İNSAN HÜRRİYETİ

MUSTAFA TOPAL

Allah Teala yeryüzünde sadece insanı muhatap almıştır. Onu irşad etmek için peygamberler, peygamberleri ile birlikte kitaplar göndermiştir. İnsanı yaratılışına uygun olmayan bir şeyle yüz yüze getirmemiş ve ondan yapısına uymayan bir fiil de istememiştir. İnsanın Allah katındaki kıymeti ile uyuşmayan bir mükellefiyeti de yoktur. Yani insan, Allah tarafından, sahip olduğu haysiyet ve şerefini korumasını sağlayacak aklî ve ruhî tedbirlerle donatılmış, bunu ayak altına atacak en küçük fiiline izin verilmemiştir.

Bu arada kendisi ile tenakuza gidecek durumlara düşmesine de izin verilmemiştir. Mesela bir taraftan aklı ile her türlü zıtlığı ve mantıksızlığı kavrayıp onları reddetmek gücüne sahipken, diğer taraftan yaratılışındaki mükemmelliği unutup ya da görmemezlikten gelip yaratanı bulamaması veya ona sırt dönmesi akıl kârı değildir. Kölesini kendisine denk tutmayı kabullenemeyen insan, her şeyi yoktan yaratana, başka, üstelik yaratılmış bir varlığı nasıl denk sayar?

Bir taraftan aklı ile övünürken, diğer taraftan aklının kabullenmediği inkârcılığa sarılması akılsızlık kadar aşağılık örneğidir. Bir taraftan hemcinsi insandan içtiği, tabiatta zaten var olan bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını sayarken, o kahvenin yoktan var edicisine kulluk borcunu umursamadan yaşaması, şerefini silecek kadar haysiyetsizlik örneğidir.

İslam’da, insanın Allah’ın varlığına, birliğine ve tekliğine inanmasının istenmesi nasıl yaratılışına ters değilse, yapması istenen ibadetler de yaratılışına o derece uygundur. Allah ondan ne gücünün yetmediğini ne de tabiatı ile uyuşmayanı istemiştir. Aksine bu zulüm olurdu. Oysa Allah zulmetmez. Öyleyse Allah’ın bizden istediği ibadetlerin tamamı hem ruhî hem de bedenî yapımızla uyumludur. Allah’ın istediği ibadetler bütünüyle insanı hem bedenen hem de ruhen besler; onu doyuma ulaştırır. İnsan, ruhen de bedenen de tatmin olduğu, kendisinden istenen ibadetlerle yücelir. Bu yüceliği bizzat tadarak yaşar.

Ruhen tatmin olmuş insan kendisi ve çevresi ile uyumludur. Bedeni ile ruhu arasında bir çatışma söz konusu olmaz. Böyle insan mutlu ve huzurludur. Bu tip fertlerden oluşan toplum da huzurludur. Zaten İslam, toplum huzurunu temini hedef almıştır.

İnsandan ibadetten uzak durmasını isteyen nefis ve şeytandır. İbadetsiz kimse nefsinin ve şeytanın esiridir. Hâlbuki ruh aslen kendisini var edene yönelmek ister. Bu isteğinden mahrumiyet hürriyetsizliğin en büyüğü, mahrumiyetlerin en acısıdır. Zira o isteklerine kavuştuğu zaman mutlu olacaktır. Bu esaretten kurtulup Allah’a yönelerek ibadetinde olan ruh, asıl hürriyeti bulur. Ruh Allah ile olmak ister; çünkü mutluluğu bu beraberlikte yaşar. İnsan kendini, nefsinin ve şeytanın isteklerine kaptırıp hürriyetini kaybetmemelidir. Bu insan şerefi ve hürriyeti ile bağdaşmaz.

Ruh ibadet meylindedir. Yaratıcıya yöneliş, yaratılışında var olan ve asla yok olmayan bir duygu ve asla vazgeçemeyeceği bir istektir. İsteğine kavuşamayan ruh kendi içinde çatışma halindedir. Aynı zamanda sürekli doyumsuzluk yaşar. Bu, mutsuzluk halidir. Karamsarlıklar, tatminsizlikler, aşırılıklar, sınır tanımamazlıklar, intihar duyguları, yalnızlık hisleri buradan başlar.

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala insanların yollarını sapıtıp başka varlıklara ibadet meyillerini yerer ve insanın kendi kendisini inkarı manasına yorumlar: “Ne Mesîh Allah’ın bir kulu olmaktan geri durur ne de yakın melekler. Büyüklenerek O’na kulluktan geri duranların hepsini Allah, yakında huzuruna toplayacaktır.”(Nisa, 172).

Unutmamak gerekir ki bizi yaratan ibadetimize muhtaç değildir. İbadet bizim görevimiz ve muhtaç olduğumuz yaratıcıya boyun eğme ifademizdir. Buna mecburuz ve ifa etmedikçe de borç hanemizde kalacaktır. Kul, borcunu dünyada ödemelidir. Dünyalık borç ancak dünyada ödenir. Ahirette, dünyalık borç dünya usulleri ile ödenmez. Ahiretin kendi usulleri vardır.